Asgari ücret, her yıl Türkiye’nin gündeminde ilk sıralarda yer alan, hem işçileri hem de işverenleri yakından ilgilendiren bir konu. Son dönemde, asgari ücrete yapılacak artışla ilgili tartışmaların boyutu giderek büyüdü. Yüzde 50’nin üzerindeki artış önerileri, işçilerin temel ihtiyaçlarını karşılama beklentileriyle, işverenlerin maliyet baskıları arasında sıkışan bir dengenin ürünü haline geldi. Bu denklemin nereye varacağı, önümüzdeki dönemde hem ekonomik hem de sosyal açıdan kritik bir önem taşıyor.
Asgari ücret artışı, işçilerin alım gücünü artırarak ekonomik büyümeyi ve iç tüketimi canlandırma potansiyeline sahiptir. Yüksek ücretler, işçilerin daha fazla harcama yapmasına yol açar, bu da piyasayı canlandırır, üretim ve istihdam artışı sağlayabilir. Ancak, diğer tarafta, yüzde 50’nin üzerindeki bir artış, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin maliyetlerini büyük ölçüde yükseltebilir. Bu durum, işverenlerin, özellikle de düşük marjlarla çalışan firmaların, iş gücü maliyetlerini sürdürebilme kabiliyetini zorlayabilir. Sonuç olarak, işten çıkarma ve işsizlik oranlarının artma riski doğabilir. Kısacası, bir yandan işçinin gelirini artırırken, diğer yandan istihdamı tehdit eden bir kısır döngüye girilebilir.
İşverenler için asgari ücret artışı sadece ücret artışlarıyla sınırlı kalmaz. Yüksek maliyetler, işletmelerin rekabet gücünü zayıflatabilir, ihracat yapan ya da yabancı sermayeye dayalı olan şirketler ise daha düşük maliyetli ülkelerdeki rakipleriyle başa çıkmakta zorlanabilir. Bu durum, uzun vadede sadece işletmelerin değil, ülke ekonomisinin de zarar görmesine yol açabilir. Yatırımcılar, maliyet artışları nedeniyle yeni yatırımlarını askıya alabilir ve mevcut yatırımlarını başka ülkelere kaydırabilir. Bu da, dış ticaret dengesi ve ekonomik büyüme açısından olumsuz etkiler yaratabilir. İşverenlerin endişeleri, sadece kendi şirketlerinin geleceğiyle sınırlı kalmaz, aynı zamanda istihdamı doğrudan etkileyen bir parametre haline gelir.
Asgari ücret tartışmaları, yalnızca ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda toplumsal ve politik bir meseledir. Her yıl yapılan bu artış kararları, işçinin yaşam kalitesini doğrudan etkilerken, aynı zamanda işverenlerin ve ülkenin ekonomik sürdürülebilirliğinin de sınırlarını zorlar. Asgari ücretin belirlenmesinde, işçilerin hakları ile işletmelerin mali sürdürülebilirliği arasında hassas bir denge kurulması şarttır. Bu denge, yalnızca gelir dağılımını iyileştirmekle kalmaz, aynı zamanda ülkenin uzun vadeli ekonomik sağlığını korumaya da hizmet eder. Aksi takdirde, yalnızca ekonomik değil, sosyal anlamda da daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalabiliriz. Bu yılki asgari ücret artışı, belki de Türkiye’nin gelecekteki sosyal yapısını şekillendirecek bir dönüm noktası olabilir.
İlk köşe yazımı sizlerle buluşturmak istedim. İlerleyen günlerde yeni yazılarda buluşmak üzere kendinize iyi bakın…
Bilal HASDEMİR